Diriliş Ertuğrul Nerede Çekildi? Sahnelerin Ötesinde Bir Toplumun Hikâyesi
Selam dostlar,
Bugün hepimizin bir şekilde gözünün değdiği, belki izleyip heyecanlandığı, belki de eleştirel bir gözle baktığı bir diziden söz etmek istiyorum: Diriliş Ertuğrul. Ancak bu defa meselemiz sadece “nerede çekildi?” sorusunun coğrafi yanıtı değil. Konuya biraz daha derin bakmak istiyorum — çünkü bir dizi, sadece sahneleriyle değil, yarattığı toplumsal yansımalar ve kimlik temsilleriyle de bir ülkenin ruh halini gösterir.
O halde gelin, hem o büyüleyici setlerin bulunduğu mekânlara hem de dizinin altındaki toplumsal dinamiklere birlikte bakalım.
---
Bir Dağın Ardındaki Dünya: Çekim Yerleri ve Sembolik Anlamı
Diriliş Ertuğrul dizisi, İstanbul’un Beykoz ilçesinde kurulan dev bir platoda çekildi. Beykoz Kundura Fabrikası civarında kurulan set, Orta Asya çadır kültüründen Selçuklu mimarisine uzanan bir tarihsel atmosfer yaratmak için özenle tasarlandı. Ayrıca dizinin bazı bölümleri Riva ve Yalova çevresinde çekildi.
Bu mekânlar, doğal güzellikleri ve otantik yapısıyla sadece bir fon değil, adeta birer karakter gibiydi: toprak, dağ, çadır, rüzgâr… hepsi hikâyenin ruhunu taşıdı.
Ama ilginçtir, bu mekânlar sadece “görsel” olarak değil, ideolojik ve toplumsal temsillerin de birer sahnesine dönüştü. Dizide doğa, tarih ve inanç sürekli iç içe geçti; erkek kahramanlık temalarıyla bezeli bu dünya, aslında modern Türkiye’nin kimlik arayışının da bir yansıması haline geldi.
---
Toplumsal Cinsiyetin Savaş Alanı: Kadınlar ve Erkekler Aynı Hikâyede
Diriliş Ertuğrul’un kadın karakterleri — özellikle Halime Hatun, Hayme Ana, Aslıhan Hatun — toplumun kadın algısına iki farklı mesaj verdi.
Bir yanda, fedakâr, sabırlı, inançlı kadınlar vardı; diğer yanda ise cesur, liderlik vasfı taşıyan ve savaşta yer alabilen kadın figürleri.
Bu karakterler, birçok kadın izleyici için güçlendirici bir rol modeli oluşturdu.
Kadın forumdaşların sıkça söylediği gibi:
> “Halime Hatun’un sabrı, Hayme Ana’nın dirayeti sadece dizide değil, hayatta da bize ilham veriyor.”
Ama bir başka açıdan bakıldığında, bu kadın karakterlerin birçoğu hâlâ erkek merkezli bir anlatının çevresinde şekilleniyor.
Onların hikâyeleri, genellikle erkek kahramanın hikâyesine hizmet eden bir duygusal veya ahlaki güç olarak konumlanıyor.
Yani, güçlü görünseler de gücün tanımı hâlâ ataerkil değerler üzerinden yapılıyor.
Bu noktada kadın izleyicilerin empatik yaklaşımıyla erkek izleyicilerin analitik yaklaşımı ayrışıyor:
- Kadınlar, karakterlerde kendilerini bulmaya, duygusal bağ kurmaya ve dayanışma hissetmeye eğilimli.
- Erkekler ise genellikle olay örgüsüne, stratejiye ve mücadele planlarına odaklanıyor.
Bu fark, aslında dizinin toplumsal cinsiyet temsillerinin nasıl alımlandığına dair çok şey söylüyor.
---
Çeşitlilik ve Temsil: Tarih Kimin Hikâyesi?
Diriliş Ertuğrul, bir Osmanlı öncesi destanı anlatıyor gibi görünse de, aslında modern Türkiye’nin ideolojik bir portresini çiziyor.
Burada çeşitlilik meselesi, hem etnik hem de kültürel düzeyde tartışmaya açık bir alan.
Dizide Kayı boyu ve Türk kültürü öne çıkarılırken, diğer topluluklar — özellikle Bizans, Moğol ya da gayrimüslim karakterler — genellikle “öteki” olarak resmediliyor.
Bu durum, tarihî bir kurguda anlaşılabilir görünse de, bugünün çok kültürlü toplumunda temsil adaletini sorgulatan bir noktaya geliyor.
2021’de yapılan bir medya analizinde, Diriliş Ertuğrul’un uluslararası izleyici kitlesinin %40’ının Orta Doğu ve Güney Asya’dan geldiği ortaya çıktı.
Bu, dizinin sadece bir “Türk kahramanlık hikâyesi” değil, aynı zamanda İslam dünyasında ortak bir kimlik idealini temsil ettiğini gösteriyor.
Ancak burada şu soruyu sormak gerekiyor:
Bir kimliği yüceltmek, diğerlerini dışarıda bırakmadan mümkün mü?
---
Sosyal Adaletin Hikâyedeki Yeri
Dizideki adalet teması, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde sıkça işleniyor.
Ertuğrul Bey, her bölümde zulme karşı adaletin temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor.
Fakat bu adalet anlayışı, genellikle inanç temelli bir yapı üzerine kurulu; hukuksal değil, ahlaki bir düzen.
Bu durum, izleyicilerde hem bir özlem hem de bir sorgulama yaratıyor.
Kadın forumdaşlardan biri şöyle yazmıştı:
> “Adalet Ertuğrul’un kılıcında değil, vicdanında. Keşke bugün de böyle düşünen liderlerimiz olsa.”
Erkek izleyiciler ise çoğu zaman adaletin nasıl sağlanacağına dair çözümcü tartışmalara giriyor:
> “Adalet duygusal değil, sistematik olmalı. Güç dengesi kurulmadan adalet olmaz.”
Yani dizi, bir yandan tarihî bir kurgu sunarken diğer yandan adalet kavramını cinsiyet temelli algılarla yeniden tartışmaya açıyor.
---
Kadınların Duygusal Zekâsı, Erkeklerin Stratejik Zekâsı: Dengenin Gücü
Toplumsal analizlerde sıkça gözlenen bir dinamik var:
Kadınlar, bir hikâyeyi empati, bağ kurma ve duygusal dönüşüm üzerinden okuyor.
Erkekler ise aynı hikâyeyi mantık, çözüm ve strateji açısından yorumluyor.
Diriliş Ertuğrul da bu iki bakışın birleştiği bir alan.
Halime Hatun’un sabrı ile Ertuğrul Bey’in stratejik zekâsı aslında aynı mesajı veriyor:
Direniş, sadece kılıçla değil, kalple de olur.
Ve belki de dizinin bu kadar sevilmesinin sebebi de bu:
Kadınlar orada duygusal gücü buluyor, erkekler aklın rehberliğini; izleyen herkes ise bir şekilde kendi hikâyesine temas ediyor.
---
Son Söz: Bir Dizi, Bir Ayna, Bir Davet
Diriliş Ertuğrul, sadece bir tarih dizisi değil; toplumsal kimliklerin, cinsiyet rollerinin ve adalet arayışlarının aynası oldu.
Bir yandan kahramanlık destanı anlatırken, diğer yandan bugünün insanına şu soruları sessizce fısıldıyor:
Kendine ne kadar adilsin?
Başkalarının hikâyesine ne kadar yer veriyorsun?
Ve değişen dünyada hangi değerlere tutunuyorsun?
Sevgili forumdaşlar,
Bu konuyu sadece “nerede çekildi?” sorusuyla sınırlamak istemedim; çünkü o platolarda yalnızca tarih değil, bizim bugünkü benliğimiz de yeniden inşa edildi.
Şimdi sözü size bırakıyorum:
- Sizce dizinin kadın temsilleri güçlü mü, yoksa geleneksel kalıpların içinde mi kaldı?
- Adalet teması sizde nasıl bir yankı uyandırdı?
- Bir dizinin ulusal kimlik inşasında bu kadar etkili olması sizce sağlıklı mı?
Yorumlarınızı, fikirlerinizi ve eleştirilerinizi duymayı çok isterim.
Çünkü her birimiz, bu büyük hikâyenin bir parçasıyız — sadece izleyici değil, anlamın da ortak yazarıyız.
Selam dostlar,
Bugün hepimizin bir şekilde gözünün değdiği, belki izleyip heyecanlandığı, belki de eleştirel bir gözle baktığı bir diziden söz etmek istiyorum: Diriliş Ertuğrul. Ancak bu defa meselemiz sadece “nerede çekildi?” sorusunun coğrafi yanıtı değil. Konuya biraz daha derin bakmak istiyorum — çünkü bir dizi, sadece sahneleriyle değil, yarattığı toplumsal yansımalar ve kimlik temsilleriyle de bir ülkenin ruh halini gösterir.
O halde gelin, hem o büyüleyici setlerin bulunduğu mekânlara hem de dizinin altındaki toplumsal dinamiklere birlikte bakalım.
---
Bir Dağın Ardındaki Dünya: Çekim Yerleri ve Sembolik Anlamı
Diriliş Ertuğrul dizisi, İstanbul’un Beykoz ilçesinde kurulan dev bir platoda çekildi. Beykoz Kundura Fabrikası civarında kurulan set, Orta Asya çadır kültüründen Selçuklu mimarisine uzanan bir tarihsel atmosfer yaratmak için özenle tasarlandı. Ayrıca dizinin bazı bölümleri Riva ve Yalova çevresinde çekildi.
Bu mekânlar, doğal güzellikleri ve otantik yapısıyla sadece bir fon değil, adeta birer karakter gibiydi: toprak, dağ, çadır, rüzgâr… hepsi hikâyenin ruhunu taşıdı.
Ama ilginçtir, bu mekânlar sadece “görsel” olarak değil, ideolojik ve toplumsal temsillerin de birer sahnesine dönüştü. Dizide doğa, tarih ve inanç sürekli iç içe geçti; erkek kahramanlık temalarıyla bezeli bu dünya, aslında modern Türkiye’nin kimlik arayışının da bir yansıması haline geldi.
---
Toplumsal Cinsiyetin Savaş Alanı: Kadınlar ve Erkekler Aynı Hikâyede
Diriliş Ertuğrul’un kadın karakterleri — özellikle Halime Hatun, Hayme Ana, Aslıhan Hatun — toplumun kadın algısına iki farklı mesaj verdi.
Bir yanda, fedakâr, sabırlı, inançlı kadınlar vardı; diğer yanda ise cesur, liderlik vasfı taşıyan ve savaşta yer alabilen kadın figürleri.
Bu karakterler, birçok kadın izleyici için güçlendirici bir rol modeli oluşturdu.
Kadın forumdaşların sıkça söylediği gibi:
> “Halime Hatun’un sabrı, Hayme Ana’nın dirayeti sadece dizide değil, hayatta da bize ilham veriyor.”
Ama bir başka açıdan bakıldığında, bu kadın karakterlerin birçoğu hâlâ erkek merkezli bir anlatının çevresinde şekilleniyor.
Onların hikâyeleri, genellikle erkek kahramanın hikâyesine hizmet eden bir duygusal veya ahlaki güç olarak konumlanıyor.
Yani, güçlü görünseler de gücün tanımı hâlâ ataerkil değerler üzerinden yapılıyor.
Bu noktada kadın izleyicilerin empatik yaklaşımıyla erkek izleyicilerin analitik yaklaşımı ayrışıyor:
- Kadınlar, karakterlerde kendilerini bulmaya, duygusal bağ kurmaya ve dayanışma hissetmeye eğilimli.
- Erkekler ise genellikle olay örgüsüne, stratejiye ve mücadele planlarına odaklanıyor.
Bu fark, aslında dizinin toplumsal cinsiyet temsillerinin nasıl alımlandığına dair çok şey söylüyor.
---
Çeşitlilik ve Temsil: Tarih Kimin Hikâyesi?
Diriliş Ertuğrul, bir Osmanlı öncesi destanı anlatıyor gibi görünse de, aslında modern Türkiye’nin ideolojik bir portresini çiziyor.
Burada çeşitlilik meselesi, hem etnik hem de kültürel düzeyde tartışmaya açık bir alan.
Dizide Kayı boyu ve Türk kültürü öne çıkarılırken, diğer topluluklar — özellikle Bizans, Moğol ya da gayrimüslim karakterler — genellikle “öteki” olarak resmediliyor.
Bu durum, tarihî bir kurguda anlaşılabilir görünse de, bugünün çok kültürlü toplumunda temsil adaletini sorgulatan bir noktaya geliyor.
2021’de yapılan bir medya analizinde, Diriliş Ertuğrul’un uluslararası izleyici kitlesinin %40’ının Orta Doğu ve Güney Asya’dan geldiği ortaya çıktı.
Bu, dizinin sadece bir “Türk kahramanlık hikâyesi” değil, aynı zamanda İslam dünyasında ortak bir kimlik idealini temsil ettiğini gösteriyor.
Ancak burada şu soruyu sormak gerekiyor:
Bir kimliği yüceltmek, diğerlerini dışarıda bırakmadan mümkün mü?
---
Sosyal Adaletin Hikâyedeki Yeri
Dizideki adalet teması, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde sıkça işleniyor.
Ertuğrul Bey, her bölümde zulme karşı adaletin temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor.
Fakat bu adalet anlayışı, genellikle inanç temelli bir yapı üzerine kurulu; hukuksal değil, ahlaki bir düzen.
Bu durum, izleyicilerde hem bir özlem hem de bir sorgulama yaratıyor.
Kadın forumdaşlardan biri şöyle yazmıştı:
> “Adalet Ertuğrul’un kılıcında değil, vicdanında. Keşke bugün de böyle düşünen liderlerimiz olsa.”
Erkek izleyiciler ise çoğu zaman adaletin nasıl sağlanacağına dair çözümcü tartışmalara giriyor:
> “Adalet duygusal değil, sistematik olmalı. Güç dengesi kurulmadan adalet olmaz.”
Yani dizi, bir yandan tarihî bir kurgu sunarken diğer yandan adalet kavramını cinsiyet temelli algılarla yeniden tartışmaya açıyor.
---
Kadınların Duygusal Zekâsı, Erkeklerin Stratejik Zekâsı: Dengenin Gücü
Toplumsal analizlerde sıkça gözlenen bir dinamik var:
Kadınlar, bir hikâyeyi empati, bağ kurma ve duygusal dönüşüm üzerinden okuyor.
Erkekler ise aynı hikâyeyi mantık, çözüm ve strateji açısından yorumluyor.
Diriliş Ertuğrul da bu iki bakışın birleştiği bir alan.
Halime Hatun’un sabrı ile Ertuğrul Bey’in stratejik zekâsı aslında aynı mesajı veriyor:
Direniş, sadece kılıçla değil, kalple de olur.
Ve belki de dizinin bu kadar sevilmesinin sebebi de bu:
Kadınlar orada duygusal gücü buluyor, erkekler aklın rehberliğini; izleyen herkes ise bir şekilde kendi hikâyesine temas ediyor.
---
Son Söz: Bir Dizi, Bir Ayna, Bir Davet
Diriliş Ertuğrul, sadece bir tarih dizisi değil; toplumsal kimliklerin, cinsiyet rollerinin ve adalet arayışlarının aynası oldu.
Bir yandan kahramanlık destanı anlatırken, diğer yandan bugünün insanına şu soruları sessizce fısıldıyor:
Kendine ne kadar adilsin?
Başkalarının hikâyesine ne kadar yer veriyorsun?
Ve değişen dünyada hangi değerlere tutunuyorsun?
Sevgili forumdaşlar,
Bu konuyu sadece “nerede çekildi?” sorusuyla sınırlamak istemedim; çünkü o platolarda yalnızca tarih değil, bizim bugünkü benliğimiz de yeniden inşa edildi.
Şimdi sözü size bırakıyorum:
- Sizce dizinin kadın temsilleri güçlü mü, yoksa geleneksel kalıpların içinde mi kaldı?
- Adalet teması sizde nasıl bir yankı uyandırdı?
- Bir dizinin ulusal kimlik inşasında bu kadar etkili olması sizce sağlıklı mı?
Yorumlarınızı, fikirlerinizi ve eleştirilerinizi duymayı çok isterim.
Çünkü her birimiz, bu büyük hikâyenin bir parçasıyız — sadece izleyici değil, anlamın da ortak yazarıyız.